Fener Rum Patrikhanesi’nin ‘Ekümenik’ İlânı

Atatürk’ün mirası olan Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin Ulusal Kurtuluş savaşındaki çabası ve hizmeti çok büyüktür. Ve bu patrikhane Türk Ulusu’na Mustafa Kemal’in emanetidir. Bu emanet üzerinde yapılanlar, kurtuluş savaşında büyük etkisi olmuş bir kuruma karşı girişilen Atlantik ötesi harekâtın izlerini taşımaktadır. En başta basın sözcüsü Sevgi Erenerol’un Ergenekon soruşturması kapsamında hedefe alınarak tutuklanması ve patrikhanenin lekelenmek istenmesi Fethullahçı istihbaratın önemli misyonları arasında yer almaktadır. Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik ilân edilmesiyle koşut giden bu süreç; tarihsel arka planı gözetildiğinde emperyal merkezlerin amaçlarını gündeme taşımıştır. Ergenekon soruşturmasıyla gelinen noktada, Fener Rum Patrikhanesi’nin emperyal hedefler için Türkiye içinde sorunlu olma durumu güçlenmiştir.

Lozan anlaşması, Türk tarihinin en önemli mihenk taşıdır. Osmanlı problem olan azınlıklar ve İstanbul’daki Fener Patrikhane’si, Lozan antlaşması ile kontrol altına alınmıştır. Şimdi Patrik, ABD ve Yunanistan’dan aldığı güçle, Lozan anlaşmasına aykırı olarak, Sen Sinod Meclisi’ne atama yaparak Lozan’ı tanımama konusunda inatçılığını göstermektedir. Türkiye bu hareketleri küçümsememelidir. Aksi taktirde ikinci adım da atılarak Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve Ayasofya’yı ibadete açma kavgası vereceklerinden şüphe yoktur. Lozan’da alınanlar, fitil fitil Türk’ün burnundan getirilmeye çalışılmaktadır, 1922’nin ve 1974’ün, intikamı alınmaya çalışılmaktadır. Buna seyirci kalınmamalıdır.

Son dönemde demokratikleşme adı altında AB dayatmaları ile Türkiye sıkıntılar çekmektedir. Bir takım etnik gruplar için yasalar çıkarılmaktadır ve bazı suistimaller gözlemlenmektedir. “Türkiyelilik” gibi sözcüklerle birliğimiz, bütünlüğümüz ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa Lozan’da Patrikhane’nin Türkiye yasalarına tabi dini bir müessese olduğu ve dini konular dışında hiçbir meseleyle meşgul olmayacağı belirlenmiştir.

Fakat Patrik Bartholomeos, Patrikhane’nin en önemli karar merci olan 12 kişilik Sen Sinod (St.Synode) Meclisi’nin üyelerinden 6’sını değiştirmiştir. Bunların yerine biri Türkiye Cumhuriyeti, diğerleri ABD, İngiltere, Yeni Zelanda ve 2 de Yunanistan vatandaşı üyeler tayin etmiştir. Oysa Patrikhane Türkiye’nin bir kurumu olduğu için Patrik her konuda Türkiye yasalarını göz önünde tutmak, onlara uymak zorundadır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kimse Patrikliğe getirilemez. Nitekim 1948 yılında Rum Ortodoks Patrikliği’ne seçilen New York Başpiskoposu Athenagoras’ın bu sıfatı üstlenebilmesi için kendisi Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilmiştir. Aynı şey yaygın görüşe göre Sen Sinod Meclisi üyeleri için de geçerlidir. Ancak Patrik seçiminin nasıl yapılacağına ilişkin 6 Aralık 1923 tarihli İstanbul Valiliği yazısı ortada yoktur. O nedenle bu noktanın aydınlanması daha ileri düzeyde araştırma yapılmasını gerektirmektedir.

Aslında meselenin özü 6 metropolitin vatandaşlık bağından da önce Fener Patrikhanesi’nin Ekümenik sayılıp sayılmamasıdır. Bilindiği gibi Bartholomeos kendisinin Ekumenik yani Evrenselliği kabul edilmiş bir Patrik olduğu iddiasındadır. Oysa Türkiye devleti açısından Fener Patrikhanesi yukarıda söylediğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumudur. Türkiye’nin kendi kurumunu, kendisinin üstünde bir yere çıkartması ondan beklenemez. Kaldı ki Fener Rum Patrikhanesi’nin Ortodoks dünyasındaki yeri sadece Türkiye açısından değil, öteki Ortodoks Kiliseler açısından da tartışılmalıdır. Örneğin Fener’in Ekumenikliğini Moskova’daki Başpiskopos kabul etmemektedir. Ama Bartholomeos’un öteki ülkelere gittiği zaman Ekumenik Patrik muamelesi gördüğü de bir gerçektir.

Görüldüğü gibi ortada sessiz şekilde yürütülen bir kavga var. Fener Patriği Bartholomeos Lozan’ın çemberini kırmak ve Patrikhaneyi Osmanlı döneminin pervasızlığına kavuşturmak için uğraşıyor. Hatta yasalarımızın emredici hükümlerinin bile yok sayılmasını ve Patrikhaneye bağlı olarak ‘‘Heybeliada Ruhban Okulu’’nun tekrar açılmasını istiyor.

Katoliklerin Kardinaller Meclisi’ne karşı Ortodokslar’ın Kutsal Sinod’u en yüksek makam olarak görev yapmaktadır. Dini konularda en önemli kararları alan bir mercidir. 10-15 milyon Hıristiyan’ın bağlı bulunduğu Sen Sinod Meclisi’nin üzerlerinde doğrudan otoritesinde olduğu kurumlar şunlardır:

1. Türkiye’de Kadıköy Metropolitliği, Tarabya Metropolitliği, Adalar Metropolitliği, Gökçeada ve Bozcada Metropolitliği.

2. Yunanistan’da Girit ve Oniki Adalar Metropolitlikleri, Selanik’te 2 manastır, Aynaroz’da 20 manastır. Kuzey Yunanistan ve ve bazı Ege adalarındaki tartışmalı 36 metropolitliğin manevi sahibi halen Fener Patrikhanesi’dir.

3. Amerika’da ABD Başepiskoposluğu, Kadana, Panama ve Buenos Aires Metropolitlikleri.

4. Avrupa’da İngiltere Başepiskoposluğu, Fransa, Almanya, İsveç, İskandinavya, Benelüks, İsviçre, Avusturya ve İtalya Metropolitlikleri.

Uzakdoğu’da Avustralya Başepiskoposluğu, Yeni Zelanda ve Hong Kong Metropolitlikleri.

Fener Patriği Bartholomeos’un Türkiye Cumhuriyetini ve Lozan’ı hiçe sayarak ilk kez 12 kişilik San Sinod meclisine Türk vatandaşı olmayan 6 yeni üye getirmesi büyük tartışmalara sebep olmuştur. Patrikhane yetkilileri atamanın tamamen yasal olduğunu ileri sürmektedirler. Yıllardan beri Patrikhane’nin hukuk danışmanı olan Avukat Kezban Hatemi atamaların yasalara uygun olduğunu, meclis üyelerinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları gerekmediğini, olayın çok masumane ve Türk-Yunan dostluğunu araç olarak kullandığının anlaşıldığı sözleri şunlardır:

“Sen Sinod Meclisi Hıristiyan Ortodoks dinî ritüellerini ve akidelerini yerine getiren, tıpkı İslâm dinindeki Din İşleri Yüksek Kurulu gibi çalışan, cemaatin her türlü dinî gereksinim ve sorunlarına cevap veren bir kurumdur. 65 üyesi olan bu kurumun 12 kişilik Sen Sinod üyesi her ay toplanır ve kiliseyle ilgili konuları görüşür. Tamamen kilise hukukuna bağlı olan bu toplantılar asla Türkiye Cumhuriyeti’ni bağlayıcı kararlar veremez; tamamen Hıristiyan hukukunun cemaatine uygulanır. Sadece Sen Sinod üyelerinden ikisinin ölmesi ve dördünün çok ağır hasta olması nedeniyle dışardan 6 yeni üye atandı. Onlar da ayda bir kere Meclis toplantılarına katılmak üzere İstanbul’a gelecekler. Anlayamadığım şey, Sen Sinod üyelerinin Türk vatandaşı olması gerekmediğini de bilmemeleri. Sadece Patrik’in TC. vatandaşı olması şarttır. Kanımca bu konulara iyice vakıf olmayan bazı şer grupları Yunanistan’la karşılıklı olarak ilişkilerin düzelmesini hazmedemiyor. Oysa, Batı Trakya’da (Gümülcüne) Celal Bayar Lisesi’nin açılmasıyla başlayan yakın dostluğumuzu içte ve dıştaki kötü niyetlilerin bozmasına göz yummamalıyız. Bazı konular kanunlarda yer almaz; her iki ülkenin karşılıklı müspet adımlarıyla oluşur. Bunu unutursak çok zarar görürüz.”[1]

Oysa meclis üyelerinin de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları Lozan ile belirlenmiştir. Olayın küçümsenmemesi gerektiği kesindir ve Türk-Yunan dostluğu kullanılarak mesele masumiyet maskesi altına sokulmaktadır. Ayrıca ekümenik meselesinin sadece Hıristiyanların bir meselesi olduğunu ve diğer dinleri hiç ilgilendirmediğini ileri süren bazı destekçileri vardır. Bu işbirlikçileri laik bir devlete dini bir tartışmaya girmenin yakışmadığını ileri sürerek Türkiye Cumhuriyetini pasifize etmeye çalışmaktadırlar.Türkiye, AB ve ABD’nin yanı sıra Vatikan’ın da içinde olduğu paramasonik bir kuşatma harekâtı ile karşı karşıyadır. Hedefte önce Patrikhane’yi ekümenik yapmak, sonra da Bizans’ın hortlatılması, İstanbul’un Constantinople’e dönüştürülmesi vardır. Paramasonik teşkilatın oyunu Türkiye’nin, AB sürecindeki tavizkar politikasından yararlanmayı fırsat bilen Patrik Bartholomeos’un pervasızca tutumudur. Patrikhane Sen Sinod Meclisine, kanunlar hilafına 6 yabancı uyrukluyu atamasının üzerinden çok geçmeden yeni bir ekümeniklik tescil işlemine girişmiştir. Türkiye’nin, AB sürecini fırsat bilip gaflet, dalalet ve belki de ihanetten azami derecede yararlanmayı fırsat bilen Patrik Bartholomeos davası doğrultusunda cesaretlenmiştir.

2 Aralık’ta Ankara Hilton Oteli’nde gerçekleştirilecek resepsiyonun davetiyesinde “Ecumenical Patriarch Bartholomew” ifadesine yer vermiştir. TBMM’ye de gönderilen bu davetiyeye 100 kadar milletvekili tepki göstermiş ve tepkilerini bir mektupla Büyükelçisi Edelman’a bildirmişlerdir. Ekümenikliğin dayatılması için düzenlendiği her halinden belli olan ve Fener Rum Patriği himayesinde “The National Council of the Order of St. Andrew the Apostle Archons of the Ecumenical Patriarchate in America” tarafından ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman onuruna verilecek resepsiyon davetinde, Patrik Bartholomeos’un “ekümenik” olarak gösterilmesi ve milletvekillerinden 100 kadarının olayı protesto eden bir mektubu Büyükelçi Edelman’a göndermelerinin yankıları sürerken daha vahim bir davetiyenin de olduğu ortaya çıkmıştır. 1 Aralık’ta, İstanbul Ritz Carlton Otelinde verilecek bir yemek davetiyesinde Fener Rum Patriği Bartholomeos için ilk davetiyede olduğu gibi sadece “ekümenik” sıfatı kullanılmıyor, ayrıca bu sıfatın yanında Fener Patrikhanesi’nin kendine nasıl bir rol biçtiğinin göstergesi ifadeler yer almaktadır. Ekümenikliğin ötesi: Bizans ve Constantinople İngilizce davetiyede Patrik’ten, “His All Holiness Bartholomew Arcbishop of Constantinople, New Rome and Ecumenical Patriarch” olarak bahsediliyor. Yani Patrik “ekümenik” olarak gösterilmenin yanı sıra Yeni Roma (Bizans) ve İstanbul Başpiskoposu olarak da lanse edilmektedir. İstanbul yerine de tarihe karışmış Constantinople ifadesi kullanılıyor. 2 Aralık’taki resepsiyon ABD Büyükelçisi Edelman onuruna verilirken, 1 Aralık’ta İstanbul’daki yemeğin Patrik Bartholomeos onuruna veriliyor olması dikkat çekicidir. Dikkat çeken bir şey de her iki davetiyede “Ekümenik Patrikhane” yazılı Fener Patrikhanesine ait mührün yer alıyor olmasıdır. Bu da 1 ve 2 Aralık’ta gerçekleşecek resepsiyon ve yemeğin, sıradan bir olay değil, “yetkileri İstanbul’daki Rum Ortodoks azınlığın dini ve ruhani hizmetlerini yerine getirmekle sınırlı” Fener Rum Patrikhanesi’ne dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani liderliği (ekümeniklik) yanında Bizans’ın varisliği statüsü vermek için bir ABD–Fener Patrikhanesi ortak yapımı harekât olduğunu gözler önüne sermektedir.

Türkiye’ye karşı verdiği “ekümenik”lik savaşında, Fener Patrikhanesi’ne sadece AB ve ABD değil, Vatikan da destek veriyor. Vatikan, geçen yıl, 12 Haziran 2003’te, Papa 2. John Paul’un göreve gelişinin 25. yılı münasebetiyle Ankara’da düzenlenen bir resepsiyon öncesinde Patrik Bartholomeos’un “2. John Paul ve Barış” konulu bir konferans vereceğini duyuran bir davetiyede Patrik için “ekümenik” sıfatını kullanmıştı. Bunun üzerine dönemin Başbakanlık Müsteşarı Fikret N. Üçcan, kamu personelinin söz konusu faaliyete katılmamaları için kamu kurum ve kuruluşlarına bir genelge göndermişti. Bu genelgeye rağmen Vatikan aynı tavrı bu yıl da sürdürdü. Bu tavır 23 Kasım 2004’te, İstanbul’da, St. Antuan Kilisesi’nde düzenlenen Episkoposların 23ncü Ekümenik Toplantısı’nda kendini gösterdi. Toplantının açılış konuşmasını yapan Kardinal Miloslav, “Bu yıl, Ekümenik Patrik Bartholomeos’un daveti üzerine bu tarihsel İstanbul şehrine geldik” dedi. Toplantının İtalyanca program metninde ise İstanbul yerine Costantinopoli ifadesi yer aldı. Bütün bu gelişmeler, ülkemiz Türkiye’nin nasıl bir AB, ABD, Vatikan destekli ve de paramasonik bir kuşatma harekâtı ile karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor.

Konuyla ilgili diğer bir mesele ise ülkemizdeki sivil toplum örgütlerinin cumhuriyetin ve demokratik, laik, hukuk devletinin Atatürk çizgisi doğrultusunda yeterince hareket etmemeleridir. Yoksa rejime aykırı, rejimle çatışan, inancı sömüren, ayrılıkçı ve etnik kökene dayalı sivil toplum örgütleri toplumumuzda kabul göremezlerdi ve barınamazlardı. Oysa bugünkü sivil toplum örgütlerinde demokratik kuralları görmek, bağdaştırmak mümkün değil. Sivil toplum örgütlerinin bünyemize uygun, demokratik olarak örgütlenmesi gerekmektedir. Sivil toplum örgütleri ulusal güvenliğimiz için gözetim altında tutulmalıdır. Kemal Temiz, Sen Sinod meclisine atanan yabancılarla ilgili “Global Patrikhane” isimli makalesinde şunları söylemektedir: “Bilindiği gibi patrik Bartholomeos Fener rum patrikhanesi’nin bir çeşit yönetim kuruIu olan 12 kişilik Sen Sinod Meclisi’ne Türk vatandaşı olması gerekirken, altı (6) yabancı metropoliti tayin etti. Bu gelişmenin arka planı ve olası etkilerini analiz edildiğinde ilginç sonuçlara ulaşılmaktadır.

Türkiye; yeni dünya paylaşım sisteminde Amerika ve Avrupa tarafından ufak devletçiklere bölünüp paylaşılacak ülkeler arasındadır. Amerikan-İsrail planı dahilinde; Türkiye’nin güneyi ve güney doğusu, ortadoğu yönetim bölgesine dahil edilecek, doğu ve kuzeyi ise Hazar ve Kafkas planlamasında yine Amerikan kontrolüne girecektir. Batı bölgelerimiz ise gelişmişlik düzeyi nispeten yüksek olduğu için Avrupa Birliği tarafından hazmedilebilir parçalar halinde Avrupa’ya bırakılmıştır. Bu planlamada iki gücün paylaşamadığı tek yer Istanbul’dur. Tek bir süper gücün kontrolu altına girmesi halinde küresel güç dengelerini etkileyebilecek bir stratejik değere sahip olan Istanbul’un. Ortak yönetimli global bir merkez olması düşünülmekte, Hong Kong tipi bir şehir devlet olarak planlanan İstanbul; Avrupa, Asya ve Ortadoğu üçgeninde büyük güçlerin ortak faydalanabileceği bir finans, kapital merkezi olarak işlev görecek. Bu sebeple şu aşamada Istanbul’un Türkiye’nin geri kalanı ve merkezi idareyi, bağları gittikçe zayıflatılmakta ve Türkiye’nin pek çok sektörü hızla İstanbul’a toplanmakta, Gizlice ve el altından teşvik edilerek Istanbul’a göç etmeye zorlanan insan kitleleri ise yeni kurulacak şehir-devletçik yapısında ucuz iş gücü olarak hizmet verecek. Plan kapsamında İstanbul’da rum patrikhanesi global düzeyde hizmet verecek bir ortodoks vatikan’ı olacaktır. Türkiye’nin savunma reflekslerinin iyice zayıflatıldığı bu dönemde uzunsüredir planlanan Patrikhane Operasyonu için start verilmiştir. Buna göre yeni qrtodoks patriği bir yabancı olacak ve patrikhane bu operasyonla globalleştirilerek Türkiye’nin” kontrolünden çıkarılacaktır.Yapılan son hamleyle ileride yeni patriğin seçileceği Sen Sinod meclisine geleceğin patriği ekibiyle beraber yerleştirildi. Fener rum patrikhanesi Türkiye’de rahat hareket edemediği .için de fakto olarak kendine bağlı Amerikan ortodoks kilisesini merkez olarak kullanmakta. Amerika’daki rum lobisinin de yönetim yerlerinden biri olan Amerikan ortodoks kilisesi, direkt olarak Fener Rum patrlğinin emri altındadır.

”www.patriarchate.org, <http://www, patriarchate.org ” adresli site Amerikan ortodoks kilisesi bünyesinden yayın yapmakta ve dikkatli incelerseniz son derece ilginç bilgiler içermektedir. Öncelikle patrikhanenin ismi bizim bildiğimiz gibi Fener rum patrikhanesi olarak değil, Konstantinapol ekümenik patrıkliği olarak gözüküyor. Patrikliğin tarihçesinin verildiği sayfa ise son derece iIginç bir cümleyle başlıyor. ‘Vatikan Roma Katolik hristiyanlığının kalbidir, Konstantinapol ekümenik patrikliği de ortodoks hristiyanlığının kalbidir. Bu sözlerin devamında ise patrik Bartholemeos’un 250 milyon ortodoks’un lideri olarak patrikhanenin Avrupa’nın bütünlüğünü sağlamadaki “global” rolünün farkında olduğu belirtiliyor.

Sitenin “www.patriarchate,org/book/Fourth_period_Tourkokratia,

“www.patriarchate,org/book/Fourth_period_Tourkokratia ” sayfasında ise “Tourkokratia” olarak adlandırdıkları Türk idaresinde gördükleri baskıları anlatmaktalar. Özellikle yaptıkları bölücü faaliyetler sonucu Osmanlı Devleti tarafından idam edilen iki patrik birer kahraman olarak gösterilmiştir. 1920 sonrası dönemde ise Kurtuluş savaşında (ki onlar buna “Megale Katastophe” diyor, yani Helenizmin yok oluş faciası) Türklerin nasıl binlerce rum’u göçe zorladığı, patrikhaneye ve patriklere baskı yaptığı ve devamlı aşağılandıklarını anlatan bir yazıyı ..http://www.patrlarchate.org/book/Fifth_Phase_modern_period, adresinden okuyabilirsiniz.

Patrikhanenin sözcülüğünü yapan Amerikan ortodoks kilisesinin üslubu gördüğünüz gibi hiç de her fırsatta hoşgörüden dem vuran ve Türkiye’ye sadık bir Türk vatandaşı olduğunu söyleyen patriğin üslubuna benzemiyor. Fener rum patriğini aslında yeterince tanımıyoruz, Kullandığı esas unvan Konstantinapol ve Yeni Roma baspiskoposu ve ekümenik patrik olan Bartholemeous 250 milyon ortodoks’un liderliğine oynayan iyi bir politikacı. Lozan Antlaşması ve yasalarımıza göte Türkiye dışında faaliyette bulunması yasak olan patrik bu yasaya uymak bir yana Amerika nezdinde Yugoslavya’nın dağılma sürecinde sırplarla diplomatik görüşme yapmaya varan birçok uluslararası faaliyetlerde bulundu. Türk vatandaşı gözükmesine rağmen esas olarak yurt dışında eğitilen patrik 1963-68 arası Roma’daki Gregorian üniversitesinde okudu, daha sonra İsviçre’deki ekümenik enstitüsüne geçti ve ardından Almanya’nın Münih kentinde hukuk üzerine çalıştı. Tam bir diplomat olarak yetiştirilen patrik tam yedi dil konuşuyor. (Yunanca, Ingilizce, Türkçe, İtalyanca, Latince, Fransızca ve Almanca) Kendisi patrikliğinin dışında “Doğu kiliseleri adalet topluluğu” kurucu üyesi ve başkan yardımcısı Avrupa ile yakın ilişkileri olan patrik 1993 ‘de zamanın AB komisyon başkanı Jacques Delors’un özel misafiri olmuş ve 1994 ‘de Avrupa parlamentosunda hararetli bir konuşma yapmıştı. Türkiye dışında faaliyette bulunması sözde yasak olan patrik, Avrupa dışında Ortadoğu’da da etkinlik gösterdi ve 1995 ‘de Kudus’ü ziyaret ederek lzak Rabin ve Yaser Arafat’la görüştü.

Patrikhane ve Patrik hakkında verdiğimiz bu kısa bilgilerden sonra birazda patrik tarafından yeni atanan ekibi inceleyelim.

Bunlardan ilki bahsi geçen Amerikan Ortodoks kilisesi Başpiskoposu ve patrikten sonra en etkin kişilerden biri olan Demetrios. 1928 Selanik doğumlu olan demetrios ilk dini eğilimlerini Yunanistan’da aldıktan sonra 1965’te Amerika’ya gidiyor. Burada Harvard Üniversitesinde yetiştiriliyor ve sıkı bir felsefe eğitimi alıyor. Bir süre Yunanistan’da görev yaptıktan sonra 1980-1993 arasında Massachusetts Yunan Ortodoks ilahiyat okulunda öğretmenlik yapıyor. Amerika’daki Rum lobisi içinde oldukça saygın bir yeri olan Demetrios bu sürede Amerikan devleti ile iyi ilişkiler kurmayı ihmal etmedi. 1999 senesinde patrik tarafından Amerikan kilisesinin başına atanarak bu dönemde Rum lobisi adına Amerika’da büyük atılımlar yaptı. 11 Eylül sonrası defalarca ikiz kulelerin yıkıntılarını ziyaret edip orada ayinler yapan Demetrios Amerikalılar tarafından da son derece sevilmekte. Amerikan kilisesi Fener patrikhanesinin etkinliğinin kısıtlanması yüzünden 1922 ‘da New York’ta kurulduğundan beri 540 kilise, 800 rahip kadrosu ve 1.5 milyon cemaatiyle Amerika’nın en etkin kurumlarından biri olduğu için Demetrlos Amerikan iç siyasetinde son derece etkin bir rol oynayabildi. özellikle de son seçimlerde.

Ocak ayında Tayyip Erdoğan’ın Yahudilerden madalya aldığı ve Bush’la görüştüğü Amerika gezisinde. Demetrios’la New York Türk evinde bir araya gelmişti. Rum lobisinin en etkin kişileri olan üç (3) Rum iş adamının da katıldığı bu görüşmede Demetrios ısrarla Heybeliada ruhban okulunun açılmasını talep etti, bu talebine ne cevap aldı bilmiyoruz.

Gelelim yeni atananlardan ikincisine. İngiltere, Rumların yoğun göç ettikleri ülkelerden biri. İlk İngiliz Ortodoks kilisesi 1670 ‘de İngiltere’de kurulmuştu bile. Bu Kilise daha sonra İngilizler Rumların yaptıkları faaliyetlerden hoşlanmadıkları için kapatıldı ve Rus elçiliğine sığınmak zorunda kaldı. 1800 ‘lerde yeniden , faaliyete geçen İngiliz Ortodoks kilisesi bugün oldukça güçlü bir konumda, Patrikhane yönetimine atanan Başpiskopos Gregorios işte bu İngiliz Ortodoks kilisesinin başı. 1928 Kıbrıs dpğumlu ve Kıbrıs’ın bölünmesine yol açan Papaz Makarios’un öğrencilerinden, 1960 ‘da Londra’ya yerleşiyor ve İngilteredeki Rum lobisinin başına geçiyor. Cambridge üniversitesi mezunu Gregafios İngiltere içinde oldukça etkin bir kişilik.

Patrikhane konseyine yeni atanan yabancılardan üçüncüsü ise Girit Başpiskoposu Timotheos Papoutsakis, 1915 Girit doğumlu. Atina’da dini eğitim aldıktan hemen sonra ikinci dünya savaşı patlıyor ve Yunan ordusunda çavuş rütbesiyle hizmet veriyor. İtalyan cephesinde askeri papaz olarak görev yaparken Alman’ların Yunanistan’ı işgalinden sonra Yunan direnişi tarafından Girit’e geri gönderiliyor ve bölgedeki direniş faaliyetlerine ve müttefik istihbaratına yardımcı oluyor. Bu özellikleri sebebiyle Yunan derin devleti ile arası çok iyi. Savaşın bitmesinden sonra hem yaptığı hizmetlere bir ödüI olarak hem de eğitimine devam etsin diye iki (2) seneliğine Fransa’ya yollanan Timotheos daha sonra Girit’e dönerek bugüne kadar Girit kilisesinde çalışmış.

Fener Rum patriğinin atadığı yabancılardan tanıtacağımız sonuncusu Metropolit Dionyslos. 1970 senesinde zamanın patriği tarafından Yeni Zelanda’ya yollanan Dionyslos; burada sıfırdan bir organizasyon ile etkin bir Rum lobisi kurmayı başarmış çok iyi bir organizatör, Görev alanı daha sonra Hindistan, Kore ve Japonya’yı da içine alacak şekilde genişletilmiş. Yeni Zelanda’daki rum lobisinin etkinliği sebebiyle kendini kazanmak isteyen İngilizler tarafından oldukça el üstünde tutulan Metropolit Dionysias İngiltere Kraliçesi tarafından madalya ile ödüllendirildi. 1991 senesinde kendi çabalarıyla Yeni Zelanda da bir Rum anıtı diktiren Metropolit 1998 senesinde ise ilk Kıbrıs Rumları Kültür merkezini Yeni Zelanda da açtı.

Sonuç olarak bu bilgiler ışığında bir tahminde bulunacak olursak; patrikhanenin Türkiye etkisinden çıkıp global bir yapıya bürünmesi için gereken ekip bence hükumetin bilgisi dahilinde Türkiye’ye gönderildi. Yani patrik büyük bir olasılıkla sizlere tanıttığım bu dört kişi içinden seçilecektir. Böyle bir durumda İstanbul’un durumu da yavaş yavaş netlik kazanmaya başlayacak ve Türkiye’nin paylaşılma süreci hızlanacaktır. Tüm bu anlatılanlar şimdi sizlere imkansız gibi gelebilir ama unutmayın bundan beş (5) sene evvel bugün Kıbrıs’ta yaşananlarda insana imkansız gibi geliyordu öyle değil mi ?”

Necati Özfatura, Türkiye Gazetesin’de, 21.05.1998 tarihinde konuya ilişkin şunları yazmıştır: “İlk, orta, lise ve Harp Okulu’nda, Hukuk Fakültesi’nde okutulan Tarih kitaplarında Birinci Dünya Savaşı’nin sebebi olarak Sırp Prensi’nin öldürülmesi, Alman-İngiliz rekabeti olarak gösterilmektedir. Fakat eski ABD başkanı Roosevelt’in şu ifadeleri olaya farklı bir perspektif kazandırmaktadır: “Birinci Dünya savaşı, Batı medeniyetine yabancı olan Osmanlı Türkleri’nin, Avrupa’dan kovulması ve Balkanlar’ın Müslümanlardan temizlenmesi için baslatıldi… Türkler’i Avrupa’da bırakmak Bati medeniyetine karşı işlenmiş bir suçtur.” Fakat Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kıbrıs, Ege Adaları ve Balkanlar’dan Anadolu’ya göç başlatılıp yerine Hristiyanlar yerleştirilmiştir ve Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden Rumların çoğu Türk asıllı Ortodokslardır.

İstanbul’da 15 yıl yaşamış Amerikalı Amiral Colby Mehester’e göre: “O tarihte çoğu İstanbul’da yaşayan ve Patrikhane tarafından korunan 30 casus Türkiye’de bulunuyordu.” Batılı dış politika uzmanlarına göre Türkiye’ye başta Orta Asya Cumhuriyetleri olmak üzere bütün Rusya Federasyonu bünyesinde ve özellikle Kafkas ülkelerinde Ortadoğu’da, Avrupa’da ve Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve yine Yugoslavya’da bulunan ve çoğu Türk asıllı olan Müslüman topluluklara Türkiye tarihi ve tabii sorumlulukları bakımından sahip çıkabilse yeterli lobicilik faaliyetlerini yürütebilse dünya devletleri nezdindeki ağırlığı ve itibari bir kaç misli artacaktır. Fakat Patrik Bartholomeos gibi bölücüler hiç boş durmayarak dünya çapında faaliyetlerini sürdürmektedirler.

Patrik Bartholomeos Selanik ve Iskeçe’ye yaptığı dört günlük bir ziyaret esnasında Yunan İçişleri Bakanı Teodoros Pangolos ile görüşmüştür. Görüşmeden sonra Pangolos “Patrikhane’nin varlığı faaliyeti ve ilgisine teşekkür ederim” derken Bartholomeos “Pangolos’tan Yunanistan’ı Patrikhane’ye ilgisinin gelecekte de devam edeceğinin teminatını aldım” demiştir. Pangolos ayrıca “Patrikhane’nin günümüzde ruhî ve zihnî ihtiyaçlara cevap vermek için büyük imkanları vardır. Buna paralel olarak helenizmin kültürel kişiliğimizin temel unsurlarından olan geleneklerimizin korunmasını sağlayan bir müessese olarak Patrikhane’den ümitleri vardır[2] demiştir.

Heybeliada’daki papaz okulu 1971 yılında askeri dönemde çıkarılan özel üniversiteleri yasaklayan, devlet üniversitesine dönüştüren kanun ile kapatılmıştır. Sonradan özel üniversitelerin devlet denetiminde olma şartıyla açılmasına izin verilmişse de Patrikhane, devlet denetimine karşı çıkmaktadır. Şu andaki Patrik Heybeliada Papaz Okulu’nu yeniden gündeme getirmiştir ve bu konuda Türkiye’yi dış platformlarda fırsat buldukça şikayet etmektedir.

(1997 Senesinde Rahmi KOÇ’un Fener Rum Patriği Dimitri Barrholomeos’un elini öperken çekilmiş bir fotoğrafı)

Bizans İmparatorluğu hayali ile yanıp tutuşan Fener Rum Patriği Bartholomeos ile birlikte Rahmi Koç, uluslararası silah tüccarı Aga Han, Dünya Yahudi Cemaatleri temsilcileri, bir yığın Yunanlı çevre bilimci ve iş adamlarından müteşekkil 400 kişilik bir heyet “Bilim ve Çevre Sempozyumu” adı altında Karadeniz’i kurtaralım sloganı ile Pontus hayali gündeme getirilmiştir. Bu heyetin süper lüks “Eleftherios Venizelos” adlı gemi ile yolculukları ayrı bir mesajdır.

1996 yilinin 15 Agustos’unda Kutsal Sümele Yortusu’na denk gelen Karadeniz Helen toplulukları 1nci Kongresi yapılmıştır. 20 Eylül 1997’de ise Karadeniz’i kurtaralım sloganı ile Pontus gündeme getirilmiştir. Yorgo Andreadis kitap gelirlerini ve Yunanistan’daki bir vakıf Sümela Manastırına, Foça Müzesi’ne yardım ediyor ve Tonya Lisesi’ni birinci bitirene burs veriyor. Gemideki 400 kişiyi devlet bakanı karşıladı. Bu 400 kişi Ayasofya ve Bizans eserlerini gezdikten sonra Patrikhane’ye gittiler. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına ve Türkiye’nin taraf olduğu (Lozan dahil) uluslararası anlaşmalara göre İstanbul Valiliği ve Fatih Kaymakamlığı’na bağlı Rum kökenli 3 bin civarında vatandaşın dini lideri olması gerekirken 270 milyon Ortodoks’un lideri rolünü oynamaktadır. Yunanistan S-300 füzeleri ile güneyden gösterip kuzeyden vurmaktadır. Patrik’in burnu dibinde Haliç dururken Trabzon’da işi ne? Kaldı ki, Karadeniz Trabzon’dan kirlenmiyor! Karadeniz turu aslında Megalo Idea turudur.

Yunanlılar’ın eski Yunanlılar ve Bizans’la ilgisi olmadığı gibi Pontus’la da hiç ilgisi yoktur. Amerikalı yazar Alfred Duggan King of Pontus isimli kitabında “Pontus Kralı’nın hiç birinin Yunanlılar’la ilgisi yoktur. Hepsi kendilerini Anadolulu saymışlar, Anadolu’nun bütünlüğü ve bağımsızlığı için çalışmışlardır” demektedir.

Fener Ortodoks Patriği, 19 Ekim 1997’de bir ay süren bir resmi gezi yapmıştır. Eski ABD Başkanı Bill Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile görüşmüştür. ABD’de 1.5 milyon Rum azınlığı vardır. Beyaz Saray’da 3 saat kalmış olan patriğe Kongre “Altın Madalya” vermiştir.

Fener Rum Patrikhanesi’nin uluslararası nitelikte organizasyon yapmasına “patriğin ekümenik kimliğini tescil olur” gerekçesiyle bugüne kadar izin verilmiyordu. 1997 yılında Rahmi Koç’un ve Edinburg Dükü Prens Philip’in (Yunan asillidir) himayesinde Patrikhane’nin “Çevre toplantısı” adı altında uluslararası bir toplantı yapması için gayret harcandı. Heybeliada’daki toplantı “Patrikhane’nin bağımsızlığı için adım” olarak değerlendirilmektedir.

Sempozyuma katılanları taşıyan Yunan gemisinin adının Venizelos olması elbette rastlantı değildir. Venizelos, 1919’da Anadolu’yu işgal için Yunan ordusunu İzmir’e yollayan başbakandır. Aynı tarihte Rumlar’ı ayaklandırıp Pontus devletini kurmak için Trabzon ve Samsun’a 100 subay yollayan kişidir. Fener Rum Patrikhanesi öncülüğünde 20-28 Eylül 1997 tarihinde gerçekleştirilen “Karadeniz’i Kurtarma Çevre Kirliliği” kılıfı sempozyumunun ardında Pontus hayali bulunuyordu. Anadolu Ajansının bir haberine göre sempozyuma katılanlara Karadeniz’i “Pontus Gölü” olarak gösteren haritalar dağıtılmıştır. bu haritada yer alan kentler Rumca isimlerle gösterilmiştir.

1994 yılında bir sempozyumda Türk Ortodoks patriği Selçuk Erenerol şunları söylemişti: “Barhtolomeos, ekümenikal patrik unvanına sahip olduğu takdirde, ilk icraat olarak ruhban okulunu (Halki Teoloji Okulu) açacaktır. Ruhbanlar için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma mecburiyeti kalkacak, dolayısıyla dışarıdan öğrenci ithal edecekler. En korkulan nokta ise bunun Vatikan usulü olmasıdır. Bu noktaya gelindiği an “İstanbul bizimdir” deyip mal varlıklarını talep edecekler. Zaten İstanbul için Konstantinopol lâfını kullanmaları da bugünlere hazırlık yaptıklarını gösteriyor. Atina’da Istanbul’daki Rum mal varlığı ile ilgili çalışmalar vardır. Münasip zamanda La Haye Adalet Divani’na gideceklerdir.”[3]

1995’den sonra Ortodoks Fener Rum Patrikhanesi “han” olmuştur. Yunanistan eski kralının torununun vaftiz merasimi, ayinler perdesi altında ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Richard Holbrooke, Rus gizli İstihbarat (KGB) şefi Sergei Stepasin, Uluslararası Rotary Kulübü Baskani Bill Huntery ve bu kulüp üyeleri, Rusya’dan 5 kişilik milletvekili heyeti, ABD Rum lobisi ileri gelenleri, Vatikan’dan kardinal Cassidy, Vatikan Hiristiyanlarının Birliğini Geliştirme Komisyonu Başkanı Kardinal Edward Cassidy başkanlığında bir heyet, (FIM) “Fortier Intershin in Mission” uluslararası eş güdüm Komitesi Toplantısı ve yüzlerce ziyaretçi… Lozan’da Patrikhane’nin sadece dinî bir kurum hüviyetinde kalacağına dair taahhüt üzerine Patrikhane İstanbul’da bırakıldı. Lozan öncesi Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Fransız Le Journal Gazetesi’ne verdiği beyanatta: “Bir fesat ve hıyanet ocağı alan, ülkede ayrılık ve ihtilaf tohumları saçan, Hristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket sebebi olan Patrikhane’yi artık topraklarımızda barındıramayız…”[4] Türkiye dışında Türkiye aleyhine yapılan gösterilerde Ortodoks kilisesi ve papazlar ön safta yer almaktadırlar.

Patrik Bartholomeos Anayasa, Lozan Antlaşması, 3335 Sayı ve 26.3.1997 tarihli yasa, 2908 sayılı Dernekler Kanunu, Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan Vakıfların eylemlerini düzenleyen 25.07.1970 tarih ve 7-1066 sayılı Tüzük’e göre Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan uluslararası faaliyetler yapamaz. Ama Patrik bu yasaları çiğnemektedir.

Emekli General Suat İlhan da Patikhane’ye ilişkin şunları yazmaktadır: “’Ülkemizin Avrupa Birliği üyeliği ile tehlikeye atılan sadece Kıbrıs, sadece Ege Denizi’ndeki haklarımız, sadece ülkemizin bütünlüğü ve sadece Atatürk’ün emaneti olan tam bağımsızlığımız, kayıtsız şartsız ulusal egemenliğimiz değil, tarihi ile, coğrafyası ile, ulusu ile bütün Türkiyedir ”[5]

AB üyesi olan bir Türkiye’de, Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nin yerini ve kavuşacağı olanaklarla gerçekleştirme fırsatı bulacağı gelişmeleri iyi düşünmek zorundayız.

Türkiye’yi Gümrük Birliği’ne iç siyasi yatırım hesabı ile apar topar sokanlar da; AB üyesi adaylığını, Katılım Ortaklığı Belgesi’ni kabul edenler de konuyu ayrıntıları ile araştıran akademik bir incelemeye dayandırmadılar. Gümrük Birliği kararını da, AB üyeliği ile ilgili Katılım Ortaklığı Belgesi’nin kabulünü de, araştırmalar sonucu değil, üç dört kişinin siyasi tercihi ile kabul ettik. Siyasi tercihlerin altında ne kadar parti çıkarı gözetildi, ne kadar kişisel çıkar gözetildi bilmiyorum.

Bu bölümde konunun çok önemli bir yanını teşkil eden Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nin Türkiye’nin AB üyeliğinden muhtemel ve olanaklar içindeki beklentileri üzerinde durulmaktadır. AB üye adaylığımıza en fazla sevinenlerden birisi Fener Rum Patriği Bartholomeos’tur.

Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında Türk baş delegesi yaptığı son konuşmada şu tespiti açıklıyor: “Patrikliğin, siyasi ya da yönetime ilişkin işlerle bundan böyle hiç uğraşmayacağı, sadece din alanına giren işlerle yetineceği konusunda, konferans önünde , müttefik delegeler kurullarının ve Yunan delegeler kurulunun yapmış oldukları resmi konuşmaları ve verdikleri garantileri senet sayarak, Patrikliğin İstanbul’dan çıkarılması teklifinden vazgeçtiğini”

Fener Rum Patriği, dış ilişkilerinde ilginç bir unvan kullanmaktadır: “Ecumencial Patriarch and Archbishop of Costantinople and New Rome” Türkçesi;” Yeni Roma’nın ve istanbul’un Başpiskoposu ve Evrensel Patriği”. Kullanılan bu unvan dahi Lozan’daki görüşmelere ve verilen sözlere aykırıdır. Patriğin evrenselliği Türkiye tarafından kabul edildi mi? İstanbul’un İngilizce ismi de istanbul’dur. Costantinople isminde ısrar, amaçlarını belirginleştiriyor. Yeni Roma Patrikliği ise, açıkça Bizans özlemi, hatta iddiasıdır. Bizim Dışişleri Bakanlığımız, MiT Müsteşarlığımız, İstanbul Valiliğimiz, Patriğin ilk bağlantısı olan Eyüp Kaymakamlığımız bütün bu gelişmeler karşısında hiçbir şey yapmıyor. En azından yapıldığını duymuyoruz. Bu ülke milyonları aşan şehit ve gazinin eseridir. Böyle mi korunması gerekir? Çok üzücü ve sonucu tehlikeli ihmallerle karşı karşıyayız. Patriğe bağlı15 patriklik ve bağımsız kilise (istanbul, iskenderiye, Şam, Kudüs, Moskova, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Kıbrıs, Yunanistan, Polonya, Arnavutluk, Çekoslovakya, Finlandiya) ile, 12 Başpiskoposluk (Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Belçika, italya, Yeni Zelanda, Girit, On iki Ada) bulunmaktadır.

Patriğin ekümenliği, evrensel düzeyde en üst ve yetkili Ortodoks Kilisesi’nin başı olduğu iddiasını sayılan kiliselerin bir bölümü kabul etmiyor. Fakat, eğilim ve gelişme hiç değilse çok büyük kısmının Fener Rum Patrikliğine bağlanması yönündedir. Türkiye’nin AB üyeliği, Patriğin ekümenlik çalışmalarını kolaylaştıracak, AB organları tarafından çeşitli şekillerde desteklenecek ve dışta kalan kiliselerin de bağlanmaları gerçekleşecektir.

Bu sebeple Patrik Bartholomeos Türkiye’nin AB üye adaylığını destekliyor ve bayram yapıyor. Ekümenliğin gelişmesi, Türkiye’nin dünya Ortodoksluğunun dini merkezi haline dönüşmesini kolaylaştıracak, diğer ülkelerden ve özellikle AB üye ülkelerinden gelip yerleşecek Ortodokslarla İstanbul, Ortodoksluğun ve Yunan etkinliğinin merkezi olma yolunda ilerleyecektir.

Patrik ekümenlikten de destek alarak sorumlulukları arasında saydığı Yeni Roma’nın (Bizans ikinci Roma olarak kabul edilir) canlandırılması yolunda mesafeler alacaktır.

Patriklik, Fransız Devriminin milliyetçilik akımlarını güçlendirmesinin ardından Yunan Megali idea’sını desteklemeye başlamıştı. 1821 yılında başlayan ve Yunanistan’ın kuruluşunu hazırlayan Mora isyanı’ndaki etkinliği sebebiyle Patrik Gregorius’un asıldığı tarihten itibaren
Patrikhane’nin bir kapısı kapalı tutulmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi Mora ayaklanması korkunç bir Türk katliamı ile başlatılmış ve o günlerde kullanılan ”Mora’ da ve dünyada Türk kalmayıncaya kadar ölüm” sloganı günümüzde de yaşatılmaya çalışılmaktadır.Patriğin amaçlarına ulaşmak için elde etmeye çalıştığı bir diğer husus tüzel kişiliğe sahip olmaktır. Böylece, Eyüp Kaymakamlığı’na bağlı olmaktan kurtulacak, çalışma ve eylem ufku olabildiğince genişleyecektir. Patrik ”Grek yayılmacılığının Harp Okulu” olarak anılan Heybeli Ada Ruhban Okulu’nun açılması için de büyük bir gayret gösteriyor.

Patrikliğe tüzel kişilik verilirse amaçları yönünde çok büyük hukuki olanaklara sahip olacak. ”Dava açma, mal edinme, vakıf ve dernek kurma, Ayasofya’ nın Patrikhane’ ye devri dahil tüm eski Ortodoks mal ve mülklerinin geri alınması, İstanbul dışındaki eski akropolitliklerini resmen tanıtma, yer yüzündeki bütün Ortodoks Patrikleri ile bağımsız kiliselerin ve bunlara bağlı tüm kiliselerin evrensel tahtı, Ekümenlik, Patriklik olarak yurt içinde ve dışında tanınma, Devlet Başkanı statüsünde protokolün ön sıralarında yer alma” gibi birçok hak ele geçirmiş olacak, Ayasofya dahil, bütün camiye dönüştürülmüş kiliselerin tekrar eski işlevlerine döndürülmesi, İstanbul ve Türkiye’nin dünya Ortodoksluğunun merkezi yapılarak Türkiye üzerinde 3.Roma’nın (Patriğe göre Yeni Roma) kurulması bir hayal olmaktan çıkacak, Yunan ~.,1egali idea’ Si gerçekleşme yolunda hız kazanacaktır.

Çizilen Yolda Patriğin Gerçekleştirdiği Etkinlikler Patriğin hayalleri yukarıda yaptığımız değerlendirmeleri de aşmakta, hırsı bütün Anadolu’ya yayılmaktadır. Patrik, Etnos gazetesine verdiği demeçte, 7 Mayıs 2000’de Kapadokya’da yapacağı ayin vesilesiyle ”Hıristiyan’lar Anadolu’ya yerleşebilir” diyor ve şunları ekliyor: ,, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği, Anadolu’da önceden var olmuş Hristiyan toplumlan, yaşadıkları bölgelere tekrar yerleşirse, o zaman Patrikhane de o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açılmasını düşünebilir. ”

Patrik, çok doğru bir teşhisle, bütün bu amaçlarına Türkiye’nin AB üyeliği sonunda kavuşacağına inanıyor. Türkiye’nin AB üyeliği, bu amaçlara ulaşmasını büyük ölçüde kolaylaştıracak, destekleyecektir. AB hayranları bütün bunları bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Patrik, gerçekte amaçları yönünde girişimlerini pervasızca sürdürüyor. AB üye adaylığımıza gölge düşmesin diye DIŞ işlerimiz ve diğer yetkililer susuyor. Patrik Bartholomeos’un Son Faaliyetleri 25 Aralık 2000 günü, Hazreti isa’nın doğuşu ve 2000 yılının bitişi Fener Rum Patrikhanesi’nde , değişik ülkelerden 12 Ortodoks Patriği’nin katılımıyla kutlandı:”Milenyum Ayini”. Ayine Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Gregory Niotis de katıldı. Yunanistan ve Romanya televizyonlarında canlı olarak yayımlandı. Yunanistan’dan uçak ve otobüslerle katılımcılar geldi.

Bartholomeos’ un yönettiği ayine, iskenderiye, Suriye, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Polonya, Arnavutluk, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya ve Estonya’ dan patrikler ve Türk Ermeni Patriği katıldı. Ayini izleyen konsoloslar: ABD, Yunanistan, Romanya, Finlandiya, Yugoslavya, ingiltere, Hollanda, Ukrayna. 26 Aralık günü de Hristiyan alemi açısından kutsal sayılan Iznik’te Bartholomeos’ un daveti ile buluştular. Ayasofya Müzesi’nde (Lisile) ayin yapıldı. Patrik şunları söyledi: ,, Bu tarihi ve şirin Iznik’in Hristiyanlar için önemi vardır. Burada 2 konsil toplanmıştır. Konsilin kararları tüm Hristiyanları bağlayıcıdır”. İznik Belediye Başkanı bu ziyareti turizm açısından ”bulunmaz fırsat” (?) olarak nitelemiştir. Hepsi bu kadar mı sayın başkan? Aynı günlerde Yunanistan, Gümülcine’ de yapılacak etkinliğe davet edilen Kültür Bakanlığı Halk Oyunları ve Halk Müziği Topluluğuna, Kültür Bakan! İstemihan Talay’ ın, Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in devreye girmelerine rağmen vize ve izin vermemiştir.

Türkiye üye olduktan sonra Avrupa Birliği Parlamentosu ”Eski dini yapılar yapılış maksadı dışında kullanılmayacak” kararı alsa, ki beklemek gerekir, Ayasofya Müzesi dahil Türkiye’de yüzlerce, binlerce kilise aynı anda açılacaktır. Yunan Megali idea’sı Kıbrıs ve Ege Denizi amaçlarına ulaştıktan sonra, İstanbul odaklı olarak Türkiye üzerinde ”Yeni Roma imparatorluğu” nun kuruluş amacını izleyecektir. Bu sonuca ulaşılması, Türkiye’nin AB üyeliğinden yararlanacak olan Patrikliğin gerçekleştireceği ekümenlik ve tüzel kişilikle kolaylaşacaktır.

Patrik’in Sıfat Ve işlev Olarak Benimsediği ”Yeni Roma” isminin Tarihi Anlamı Bizans imparatorluğu’nun bir diğer ismi “Doğu Roma imparatorluğu” dur. Bunun anlamı: ”Roma imparatorluğu’nun doğu kısmında M.S. 395’te kurulan ve İstanbul’un 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethiyle ortadan kalkan imparatorluk”. Doğu Roma imparatorluğu (Bizans), Roma imparatorluğu’nun doğudaki topraklarını Germenlere ve Islavlara karşı yakından koruyabilmek amacı ile kurulmuştur. Bir siyasi ve askeri merkez olması düşünülmüştür. Bizans imparatorluğu, gerçek anlamıyla Roma imparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra (395) doğdu. Ana Britannica’ya göre (cilt 6,s:22); ”Bizans imparatorluğu, Doğu Roma imparatorluğu olarak da bilinir.”

Rus imparatorları Eski Romalıların ”Sezar” unvanını alıp ”Çar” haline getirmekle, kendilerini 1. Ve 11.Roma’nın mirasçıları saydılar, son Bizans imparatoru Konstantinos XI. Palailogos’un yeğeni Zoe Palaiogogina ile Moskova büyük dükü ivan.III.’ü evlendirerek bu manevi soy bağlantısını somut yoldan da gerçekleştirdiler” Steven Runciman, Kutsal Roma’nın Hıristiyanlığı korumakla ilgili sorumluluğunun Moskova’ya geçtiğini şu şekilde açıklıyor: ”Doğu Hristiyan dünyasının idaresi, başkanlığı, diğer ellere geçerek Avrupa kültürünün doğmuş olduğu Akdeniz kenarından uzaklara, kuzey doğuya, Rus steplerine kaydı. ikinci Roma, yerini üçüncü Roma’ya, Moskova’ya bıraktı.” Patrik Bartholomeos, I.’inci, II.’inci, III.’üncü Roma gibi rakamlar kullanarak Moskova vb. ile tartışma çıkarmak istemiyor. Evrensel (Ecumen) Patriklik ve Başpiskoposluğunun Bizans ile ilgili özlem ve yetkilerini ”Yeni Roma” sözcüğü ile, Yeni Roma’nın Patriği ve Başpiskoposu olduğunu belirterek açıklıyor. Patrik için İstanbul yok Constantinople var, Türkiye yok, onun yerine ve üstüne ”Yeni Roma” var.

Bizim için Patriğin unvanı: ”Yeni Roma’nın ve İstanbul’un Başpiskoposu ve evrensel Patriği” değil ”Fener Rum Patriği” dir. Bunu sağlamak için Başbakanlığın, Dışişleri Bakanlığının, içişleri bakanlığının, İstanbul Valiliğinin, Eyüp Kaymakamlığının, MİT Müsteşarlığının konuyu işleyip üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile tehlikeye atılan (bazılarının söylemi ile risk edilen) sadece Kıbrıs, sadece Ege Denizi’ndeki haklarımız, sadece ülkemizin bütünlüğü ve sadece Atatürk’ün emaneti olan tam bağımsızlığımız, kayıtsız şartsız ulusal egemenliğimiz değil, tarihi ile, coğrafyası ile, ulusu ile bütün Türkiye tehlikeye atılıyor.”

Hristiyan dünyasının, “Müslüman -Türk kimliğinin kökü mutlaka kazınacaktır.” yemini ile başlayan süreç, son günlerde büyük bir ivme kazandı..

Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti dört bir yandan kuşatıldı. Ve maalesef, hükümranlık haklarını, IMF, Dünya Bankası ve AB gibi sömürgeci kuruluşlara teslim eden Türkiye, bu büyük tehlike karşısında tamamen savunmasız ve çaresiz. İşte büyük önder Atatürk’ün “ihanet ve fesat odakları” diye nitelendirdiği Fener Rum Patrikhanesi üzerinden oynanan sinsi oyunlar, bu zincirin önemli bir halkası. Her fırsatta, Türk yurdunun bölünüp parçalanması. için faaliyet gösteren Fener Rum Patrikhanesi “ekümenik” yani evrensellik unvanını almak için yıllardır sürdürdüğü savaşı kazanmak üzeredir.

Tarihi boyunca, temel politikası Türk – Müslüman düşmanlığı olan Fener Rum Patrikhanesi, meşum emellerine ulaşmak için, her geçen gün yeni bir cephe kazanmaktadır. Bunun en çarpıcı örneği ise “Rum militanların Bekaa Vadisi” işlevi gören Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılma projesidir. Fener Rum Patriği Bartholomeos müjdeyi (!) vermiştir. Okul, 8 Ağustos’ta açılacaktır. Ama bakın bir strateji dehası olan Atatürk ne demiştir:

“Uğursuzluk ve felaket simgesi olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda barındırmayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için ne gibi nedenler ileri sürülebilir. Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?” İşte bu kitapta, tarih boyunca fesat ve ihanet odağı olan Fener Rum Patrikhanesi’nin çirkin yüzü ortaya konularak, çok büyük bir tehlike gözler önüne serilmektedir.

Fener Rum Patrikhanesi İçin Vatikan’a Giden Yol

Fener Rum Patrikhanesinin yürüttüğü faaliyetler, Cemaat Vakıflarının mülk edinmesine dair çıkartılan yönetmelik çerçevesinde yürütülen faaliyetler de dikkate alındığında, Patrikhanenin Vatikan Modeli dini bir devlet kurma gayreti gösterdiğini gözler önüne sermektedir.

Türkiye’de Azınlık

Türkiye’de, Lozan Antlaşmasına göre, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, 1925 tarihli Türk-Bulgar Dostluk antlaşmasına göre de Hıristiyan Bulgarlar azınlık olarak kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti azınlıklarının belirlenmesinde dini mensubiyet esas kriter olarak alınmıştır.

Fener Rum Patrikhanesinin Statüsü

Azınlıklara verilen haklar Lozan Antlaşmasının 37 – 45 nci maddelerinde düzenlenmişken, Patrikhane meselesi görüşülmesine rağmen, bir Türk kurumu olarak kabul edildiğinden, bu konuda anlaşmada herhangi bir düzenleme yer almamış, İngiltere ve Yunanistan’ın ortak taahhütleri ile Patrikhane’nin Türkiye’de kalmasına izin verilmiştir. Lozan Barış Antlaşması müzakereleri sırasında, Rum Ortodoks Kilisesi’nin reisi olan Patriğin, Türk Hükümeti tarafından atanan bir memur statüsünde, Patrikhanenin de dini bir müessese olarak İstanbul’da kalması görüşü benimsenmiştir. Yani Lozan’da belirlenen statüye göre, Fener Patrikhanesi, siyasi ve idari görev ve imtiyazları bulunmayan, sadece İstanbul’daki Rum azınlığa yönelik, dini faaliyet gösteren Türk yasalarına tabii dini bir kuruluştur. Bu nedenle, Ekümeniklik vasfı taşımayan Patrikhanenin tüzel kişiliği de bulunmamaktadır.

Ekümeniklik, evrensel, dünya çapında anlamlarında kullanılan, dünyadaki tüm Ortodoksların dini önderliğini ifade eden Hıristiyanlığı yayma amacına yönelik, kiliseler arası birliği ifade eden bir kavramdır.

Fener Rum Patrikhanesi, varlığını ve faaliyetlerini Ayayorgi Kilisesi ve Manastır. Vakfı binalarında misafir olarak sürdürmektedir. Patriğin, Patriği seçecek olan Sen Sinod üyelerinin ve Patrikhane’nin diğer çalışanlarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması bir kuraldır.

Lozan Antlaşmasında Azınlıklara Tanınan Haklar

Lozan Antlaşmasında Rumlar dışında açıkça belirlenmiş bir azınlık olmamasına rağmen 42. maddenin, “Türkiye Hükumeti azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü koruma sağlamayı yükümlenir.” hükmünün hoşgörülü yorumlanması sonucu Ermeni ve Yahudiler de azınlık haklarından yararlandırılmışlardır.

Lozan’da Tanınan Azınlık Hakları,

§ Hayat ve hürriyetlerinin tam olarak korunması

§ Din, mezhep ve inanç gereklerinin serbestçe yerine getirilmesi

§ Ulaşım ve göç serbestliğinden yararlanma

§ Medeni ve siyasi haklardan faydalanma

§ Kanun önünde eşitlik

§ Kamu hizmetlerine alınma, çeşitli meslek ve işleri serbestçe yapma

§ Dillerini serbestçe kullanma (mahkemeler dahil)

§ Her türlü dini ve sosyal kurumlar ile okul ve diğer eğitim kurumlarını kurma ve yönetme

§ Aile hukuku ve kişi haklarının kendi örf ve adetlerine göre yürütülmesini sağlayıcı düzenlemelerin yapılması olarak şekillenmiştir. Ancak bu hüküm, Medeni Kanunun kabulü ve azınlıkların bu haklarından 1925 yılında feragat etmeleri sonucu geçerliliğini yitirmiştir.

Azınlık Faaliyetlerinin Değerlendirilmesi

Yunanistan ve Ermenistan’ın Türkiye’den toprak taleplerine ilişkin tarihi emelleri güncelliğini korumaktadır. Bu sebeple ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehdit de dikkate alınarak Rum ve Ermeni azınlık ile, halen çeşitli ülkelerde yaşayan Rumlar ve Ermenilerin faaliyetleri ve Yunanistan’ın bu faaliyetlere katkısı üzerinde durmak gerekmektedir.

Patrikhane’nin Faaliyetleri

Patrikhane; statüsünü belirleyen yazılı bir hukuk metninin bulunmamasından da istifade ederek, yurt içinde ve yurt dışındaki temas ve faaliyetler ile Lozan öncesindeki statüsünü tekrar kazanmak üzere Ekümeniklik iddiaları ile ortaya çıkmakta, siyasi, dini, idari güç ve nüfuz kazanmaya çalışmaktadır.

Patrikhane’nin dikkat çeken önemli faaliyetleri şunlardır:

§ 1950’li yıllardan sonra Kuzey ve Güney Amerika Avustralya, Girit, Onikiadalar ve Yunanistan’ın Aynaros Kasabası (20 manastırlı) kiliselerini dini yönden kendisine bağlamıştır.

§ 1989 yılında Atina’da Fener Patrikhanesi’ne bağlı olarak Patrikhane Uzak Doğu Misyonerlik Teşkilatı kurulmuştur.

§ 1992’de alışılmışın dışında İstanbul’da Ortodoks Patrikler Toplantısı yapılmıştır.

§ İstanbul Bulgar Ortodoks Kilisesi Başkanlığına Ekümenik Patrik imzası ile gönderdiği emirnamede, kilisenin bundan böyle Bulgar Ortodokslara vereceği doğum, ölüm, nikah belgelerinin Slavca yerine Yunanca doldurularak verilmesini, Bulgar Kilisesi’nde yapılan ayin ve törenlerde dil olarak Rumca’nın kullanılmasını talep etmiştir.

§ Bartholomeos, Eylül 1993’de Bulgaristan’a yaptığı bir ziyarette, tüm Ortodoks ülkelerinin Büyükelçilerinin katıldığı basına kapalı bir toplantı düzenlemiş, toplantıda, Balkanlar’da bir Ortodoks Birliği Kurulması, birliğe dahil ülkelerin askeri, siyasi ve ekonomik yardımlaşmada bulunmaları konuları görüşülmüştür.

§ 1993-1994 yıllarında 14 ülkeye gezi düzenleyerek sadece dini liderlerle değil, Devlet Başkanları ve siyasilerle de görüşmeler yapılmış, AB Dönem Başkan ve Avrupa Parlamentosu Başkanı ile de görüşmelerde bulunulmuştur. Patriğe genellikle Devlet Başkanı muamelesi yapılmış, Patrik de Ekümeniklik iddiaları çerçevesinde Ortodoksların Lideri görüntüsünü vermeye gayret göstermiştir.

§ 1997 yılında İstanbul’da “Barış ve Hoşgörü” isimli uluslararası bir konferans düzenlenmiş, sonuç bildirisi Bartholomeos tarafından Ekümenik Ortodoks Ruhani Lideri sıfatıyla imzalanmıştır.

§ 9 ülkede Dış örgütlenme gerçekleştirilmiştir.

§ 1997 yılında BM Genel Kurulu’na katılmış, burada Yeni Roma Patriği olarak takdim edilmiştir.

§ Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, son olarak 09-11 Aralık 2001 tarihleri arasında Selanik’te Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi (SAE)’nin 4. Dünya Kongresi’ne katılmıştır.

21. Yüzyılda Helenizm’in birlik ve beraberlik içinde işbirliği yapması mesajını verildiği konferansta, Yunanistan Cumhurbaşkanını takiben söz alan Bartholomeos yaptığı konuşmada;

– Kongre’ye din adamlarının en üst düzeyde katılımının Ortodoks Kilisesi’nin uzun yıllar Helenizm’in şekillenmesine ve idame ettirilmesine verdiği önemin göstergesi olduğunu,

– Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi (SAE)’nin bu adımının, dünya Helenizm’ini daha büyük bir bütünleşmeye götüreceğini,

– Helenizm ve Ortodoks Kilisesi’nin evrenselliğinin kültür temeli üzerine oturması gerektiğini belirtmiştir. Konferansta, Kıbrıs konusu, Ekümenik Patrikhane, Yunanistan’ın Balkanlar’daki rolü, Makedonya konusu, Pontus Helenlerinin soykırımının tanınması, Ege’nin korunması konularına ilişkin olarak oy birliği ile kararlar alındığı açık kaynaklardan öğrenilmiştir.

– Tüm dünyada yaşayan Helenizm’in mülki, dini ve kültürel kimliğini muhafaza etmek ve Yunanistan ile Yunanlıların yaşadıkları ülkeler arasında köprü olarak kullanmak amacıyla kurulan Yurt Dışında Yaşayan Yunanlılar Konseyi (SAE)’nin esas amacının Yunan milli çıkarlarını uluslararası platformlarda savunmak ve özellikle Türkiye aleyhinde Dünya kamuoyunu etkilemek olduğu kıymetlendirilmektedir. Konferansta, Fener Patriği Bartholomeos’un görev ve yetkilerini aşan davranışlarda bulunduğu, Ekümeniklik iddialarını devam ettirdiği, Yunan milletinin bir temsilcisi olduğunu bir kez daha gündeme getirdiği görülmektedir. Bu nedenle Bartholomeos’un vatandaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin politikalarına aykırı beyanlarda bulunmasının ve bir siyasal organizasyondaki görev ve yetkilerini aşan faaliyetlerinin Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğu, herhangi bir işlem yapılmaması durumunda teamül oluşturulacağından önleyici tedbir geliştirilmesi ve alınması önemli görülmektedir. Fener Patrikhanesi’nin yıkıcı faaliyetlerine karşı, Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi İstanbul Baş Piskoposluğu Vakfı Temsilcisi Selçuk Erenerol’un görevlerinden istifa ederek göstermek istediği tepkisi de anlamlı görülmektedir. Fener Patrikhanesi, tüzel kişiliği bulunmamasına rağmen, İstanbul’daki Rumlara ait okullar, hastaneler vakıflar ve dernekler gibi kuruluşlar. fiilen idaresi altında bulundurmakta, ayrıca danışıklı yöntemlerle taşınmaz mal da edinmektedir. Rum vatandaşlar vasıtasıyla kilise çevresinden 17 parsel araziyi satın aldırarak, kilise vakfına bağışlatmıştır.

Patrikhane’nin 5 Aşamalı Planı

İstanbul’da Ortodoks dünyası için yeni bir Vatikan yaratmayı hedefleyen Patrikhane 5 aşamalı bir strateji izlemektedir.

Birinci Aşama: Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarının vesayetinden ve engellemelerinden kurtulmak: Bilindiği gibi Fener Rum Patrikhanesi, Lozan Anlaşması gereğince Azınlık statüsündedir. Dolayısıyla, Patrik ve kendisine bağlı 12 metropolit ancak Türkiye vatandaşı olan ruhaniler arasından seçilebilir. T.C. hükumetlerinin uygun görmediği, onaylamadığı herhangi bir ruhani bu göreve aday bile gösterilemez. Fener Rum Patrikhanesi’ne Vatikan Statüsü verme düşüncesinde olanlar, ilk aşama olarak T.C. kanunlarının vesayetinden kurtulmalarının gerekliliğine inanmaktadırlar. Bunun için de Patrikhaneye Ekümeniklik sıfatı vermek yeterlidir. Türkiye bunu tanıdığı anda artık Patrikhaneyi kontrol edemeyecektir.

İkinci Aşama: Sur içi İstanbul’un Patrikhanenin Ekümenik damgası altında eski Konstantinople olarak yeniden ihyası

Patrikhane, Türk ve Rum iş adamlarının satın alarak Azınlık Vakıflarına, onların da Patrikhaneye hibe ettikleri gayri menkullerle, bu düşüncenin altyapısını önemli ölçüde gerçekleştirmiştir.

İstanbul’u sorunlarından kurtarma gibi projelerle de Sur içi İstanbul esas şehirden ayrılır, kültürel ve dini çehresi öne çıkarılırsa, Vatikan’a giden yolda çok büyük bir merhale kat edilmiş olacaktır. Zira BM, AB, UNESCO ve Dünya Kiliseler Birliği gibi kuruluşların parasal yardımıyla şehrin eski Bizans ve Hıristiyan çehresi ön plana çıkarılmaya çalışılacaktır.

Mülkiyetine sahip olduğu çevre araziyi yerleşime kapatarak, kendi kontrolüne almaya çalışacaktır.

Üçüncü Aşama: Hristiyan ülkelerin İstanbul’da dini ataşelikler açmaları.

Ankara’da büyükelçilikleri bulunan tüm Hristiyan ülkeler, Patrikhane civarında yani Konstantinople’de birer Dini Ataşelik açacaklardır. Bunlar, bir süre sonra Vatikanlaşacak, istikbaldeki devletin büyükelçilikleri olacaklardır.

Dördüncü Aşama: BM, AB ve UNESCO gibi uluslararası kuruluşların surlar içindeki tarihi Konstantinople’nin “Açık Şehir” haline getirilerek, Türkiye’nin hükümranlık hakkını tartışmaya açmaları.

Diğer üç aşama gerçekleştiği andan itibaren Türkiye artık gelişmelerin önünü alamayacaktır. Başta BM, AB, UNESCO, Dünya Kiliseler Birliği vb. birçok uluslararası kuruluş, tarihi Konstantinople’nin restorasyonunda katkı sahibi olacaklardır.

Şehrin Bizantinist ve Hristiyan karakteri ön plana çıkarılacaktır. Sonuç olarak şehir bu haliyle dünyaya açık bir ortak metropol haline getirilecek, dini ataşelikleriyle, kültür mozaiğiyle artık bir Türk şehri değil, şimdilik sembolik de olsa 270 milyonluk Ortodoks dünyasının kalbi ve kıblesi olacaktır.

Beşinci Aşama: Vatikan’ın (Bizansın) resmen Kuruluşu.

Bu safhada Ekümenik bir Patrikhanenin önderliğinde Bizans yeniden ihya edilmiş olacak, önce İstanbul’un tamamı, kademeli olarak da boğazların Avrupa yakasındaki topraklarımız elimizden çıkacaktır.

Ekonomik dar boğazlarla boğuşan, dış baskı ve ambargolarla bunalan, PKK terör örgütü ve sözde dost komşularıyla boğuşan bir Türkiye bu safhada dünyayı karşısına alamayacaktır. Bu mücadelede hiçbir yerden destek de bulamayacaktır.

Yunanistan’ın Patrikhaneye Verdiği Hedefler

Yunanistan tüm Ortodoks ülkeler üzerinde etkinlik sağlamak, Megala ideali canlı tutmak, Bizansın mirasçısı olarak Patrikhaneyi ön plana çıkarmak maksadıyla Patriğin faaliyetlerini desteklemektedir.

22 Ekim 1991’de Birinci Bartholomeos Patrik seçildikten sonra Yunanistan Dışişleri tarafından Fener Patrikhanesi’ne “Gerçekleştirilmesi istenen hedefler” verilmiştir. Bu hedefler şunlardır:

– Patrikhane’nin faaliyetlerinde ekümenik vasfını kanıtlaması.

– Patrikhane’nin Rus Kilisesi ve Doğu Avrupa’daki kiliselerle ilişkilerini güçlendirmesi.

– Heybeliada Ruhban Okulu’nun faaliyete geçirilmesi

– İsviçre / Şambiri Ortodoks merkezinin güçlendirilmesi

Patrikhane’nin Statüsü Dışı Faaliyetleri

Yunanistan tarafından gösterilen hedefleri de kapsayacak şekilde, Patrikhanenin statü dışı faaliyetlerini şu başlıklar altında toplamak mümkün:

– Ekümeniklik vasfını sağlama ve siyasi güç kazanma girişimleri

– Yunanistan ile ilişkileri (Bizans’ın ihyası) ve Ortodoks ittifak kurma girişimleri

– İdari, sosyal ve ekonomik faaliyetleri

– Heybeliada Ruhban Okulunu açtırma girişimleri Patrikhanenin faaliyetleri ile bu faaliyetleri destekleyen yoğun yurt içi ve yurt dışı temas ve ziyaretler, Ortodoks cemaati bulunan ülkelerde örgütlenme kiliseler arası ve dini sorunları çözme, banka ve TV kurma girişimleri, statü dışı olarak kendi içinde Bakanlar Kurulu benzeri, idari bir yapılanma gayreti ve Yunanistan’la geliştirilen sıkı ilişkiler topluca incelendiğinde;

– Patrikhanenin Ekümeniklik vasfını kabul ettirmek suretiyle tüm Ortodoks dünyasının Patrikhanesi niteliğini yeniden kazanmayı amaçladığı,

– Yunanistan’ın Fener Patrikhanesine Ekümenik ve Vatikan modeli bir dini devlet statüsü kazandırıp Patrikhanenin dini nüfuzunu da kullanarak Ortodoks ittifakı oluşturmaya çalıştığı,

– Patrikhane’nin oluşturulmaya çalışılan Ortodoks ittifakın içinde etkin rol alarak, Yunan idealleri ile özlemlerine hizmet eden, bir kuruluş olma yönünde faaliyetlerini sürdüreceği,

– Patrikhane bünyesinde Bakanlar Kurulu benzeri bir yapılanma oluşturarak, kurulması. düşünülen devlet için gerekli altyapının oluşturulmaya çalışıldığı,

– Ruhban Okulunu açma girişimlerinin de İstanbul’da yaşayan 1200-1500 Rum azınlığın gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, Helen ve Ortodoks emellerini simgeleyen siyasi bir talep niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir.

Rumların Karadeniz’e Yönelik Faaliyetleri

Karadeniz Bölgesi Rumlar için, coğrafi ve tarihi olarak Helen idaresinin Türklere direndiği en son bölge olması bakımından ayrı bir öneme sahip olup, bölge Megali idealinin bir parçası durumundadır.

Yunanistan bu milli hedefini elde etmek maksadıyla 1916 – 1922 yılları arasında Karadeniz’den göç eden Rumların durumunu, öncelikle Yunan ve Uluslararası Kamuoyunun gündemine getirmeye ve 19 Mayıs 1919 tarihinin, Pontusların soykırım günü olarak kabul edilmesini sağlamaya yönelik çabalarını sürdürürken, PKK ile işbirliği içerisinde, bölgeye yönelik faaliyetlerini de hızlandırmıştır.

Bu kapsamdaki önemli faaliyetler şunlardır;

– Yunanistan 1974’ten itibaren Türkiye’ye karşı Ermeni, Rum ve Kürt unsurların birleşik mücadelesini sağlama çabası içine girmiş ve bu amaçla “Küçük Asya ve Kıbrıs Halkları Mücadele Koordine Komitesini” kurmuştur.

– Pontusların soykırım konusunu, Yunan ve Dünya Kamuoyunun gündemine getirme çalışmalarını hızla devam ettirmektedir.

– 1992 yılında Avrupa Parlamentosuna, Yunanistan tarafından Pontuslu Rumların soykırımının kabul edilmesi ve 19 Mayıs’ın anma günü olarak tespitine ilişkin bir karar tasarısı sunulmuştur. 19 Mayıs Günü, Pontusluların Soykırımının anma günü olarak 1994 yılında Yunan Parlamentosunda kabul edilmiştir.

– Türkiye’den göç eden Rumların ve yabancı misyonların bölgeye olan ziyaretleri artmıştır.

– Türkiye’yi stratejik rakip olarak gören Yunanistan’ın Patrikhane ve PKK’yı da kullanarak Pontus’a yönelik faaliyetleri ile, Karadeniz’in gelecek dönem dünya ekonomisinde oynayacağı rolü de dikkate alarak, bu konuda Türkiye’nin avantajlarını azaltma gayretleri içinde olacağı,

– Türkiye’den göç ederken, arazi ve gayri menkullerinin tapularını yanlarında götüren Rumların, halen İngiltere, Fransa ve Avustralya’daki yakınlarını kullanarak, söz konusu tapuları uluslararası hukuk çerçevesinde dile getirerek Karadeniz Bölgesinden toprak isteme çabalarını gündeme getirebilecekleri, sözde Pontus soykırımını uluslararası kuruluşlara kabul ettirme yönünde, gayretlerini arttıracağı değerlendirilmektedir.

Ermenilerin Faaliyetlerinin Değerlendirilmesi

İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi, Ermenistan’daki Eçmiyazin Katagikosluğu’na bağlı olup, Büyük Ermenistan’ın kurulmasını ve Ermenistan ile birleşmesi yönünde faaliyetlerini sürdürmektedir. Ermenilerin ülkemizden talepleri, sözde soykırımın tanınması, buna karşılık tazminat ödenmesi ve toprak verilmesi olarak özetlenebilir. Bu maksatla Ermeni Terör Örgütleri, 1973’lerden günümüze 31’i resmi görevli olmak üzere 47 vatandaşımızı şehit etmişlerdir.

6 Nisan 1980’de Lübnan’da ASALA ile PKK arasında imzalanan bir antlaşma ile, ASALA Türkiye’ye yönelik terör hareketlerini Karadağ’a kaydırmış ve yerini PKK terör örgütüne bırakmıştır.

Sözde Ermeni davasının izlenmesi ise, daha ziyade ABD Kongresi ve Avrupa Parlamentosu gibi siyasi platformlara kaydırılmıştır. Anma faaliyetleri, 1996 yılından başlamak üzere çeşitlilik ve kapsamlı boyutlara sahip bir görünüm arz etmiştir. Sözde soykırımın kabulüne yönelik talepleri de dile getirmeyi sürdürmüşlerdir.

Sözde soykırım törenleri; 1997 yılında geçen yıllara oranla daha sessiz ve olaysız geçmiştir. Sözde soykırımı daha çok siyasi platformlara çekme çabaları yoğunluk kazanmıştır. Bazı yerlerde PKK/ERNK temsilcilerinin de katılımı dikkati çekmiştir. Önceki yıllarda, Ermeni çevrelerin faaliyetleri, 24 Nisan tarihine odaklanmışken, bu yıl gözlenen bir eğilim de, bu faaliyetlerin kitap yayın., sergi açılması anıt dikilmesi gibi çalışmalarla, tüm yıla yayılarak konuyu sürekli canlı tutulmak istenmesi olmuştur.

Son olarak, Ermeniler son yıllarda faaliyetlerini daha siyasi ve kültürel içerikli hale getirmişlerdir. Ancak Ermeni terör örgütlerinin varlıklarını bugün de muhafaza ettikleri bilinmekte olup, kendi uygun görecekleri koşullarda yeniden terörist eylemlere yönelebilecekleri değerlendirilmektedir.

Türkiye.de yaşayan Rum ve Ermeni azınlık ile Diaspora Ermenileri ve Rumların Yunanistan’ın öncülüğünde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini sürdürecekleri, Türk Bayrağını, kendi insanı dışında ortaklık kurduğu PKK Terör Örgütü, Rumlar ve Ermeni göstericilere yaktıran Yunanistan’ın;

a) Türkiye toprakları üzerinde başlattığı bu özel savaşı bütün vasıtaları kullanarak her alanda yaygınlaştıracağı,

b) Fener Patrikhanesi ile ilgili olarak Türkiye’nin inisiyatifinde bir çözüm öngörülmediği takdirde, bu kuruluşun dış kamuoyunun desteğini alarak ülkemizin iradesi dışında bir yapılanmaya gidebileceği düşünülmektedir. Bugün ve gelecekte milli güvenliğimizi, birlik ve bütünlüğümüzü etkileyen bu ve benzeri sorunlarla ilgili olarak stratejik öngörü modelleri geliştirilerek bir disiplin içerisinde uygulanması gerekmektedir.

Patrikhane’nin Diğer Devletlerle Olan İlişkileri

ABD-Patrikhane İlişkileri:

Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Kiliseleri Başpiskoposu Yakovas, düşmanca hareketleri nedeni ile Türk vatandaşlığından çıkarılması sonrasında Fener Rum Patriği tarafından yurt dışına atanmıştır. Patrikhanenin evrensel sözcüsü gibi görev yapan Yakovas, aynı zamanda ABD’de güçlü Yunan lobisinin de başını çekmektedir.

ABD’de yaşayan Ortodokslar, gerek Yakovas’ın ve gerekse Ortodoks Yunan asıllı Senatör Dr. John Bredames’in yönlendiriciliğinde yoğun propaganda ve lobicilik faaliyeti yürütmektedirler. Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposluğu, O.Conner and Hannan isimli bir avukatlık ve lobi firması ile de 01 Ocak 1997 tarihinde bir anlaşma imzalamıştır. Söz konusu güçlü lobicilik faaliyetlerinin etkisi ile,

-21 Mart 1994’te Başbakan Çiller’e Clinton’un Patrikhanenin statüsünde değişiklik yapılması isteğini dile getiren mektubun iletilmesi,

-ABD Dışişleri Bakanlığınca Patrikliğin İstanbul’da uluslararası konferanslar düzenlenmesi içerikli faaliyetlerine destek olunması gibi sonuçlar elde etmektedirler. Ayrıca, ABD kongresi üyelerinden Olympia J. Snowe tarafından ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu’na 11 Ağustos 1995’te, Fener Rum Patrikhanesi’nin güvenliği ile ilgili bir tasarı sunulmasında anılan lobicilik faaliyetlerinin etkisi olmuştur. Söz konusu tasarıda, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin terörist saldırıların yanı sıra, Türk Hükumetinin İstanbul Belediyesi’nin ve Türk basınının olumsuz tutumlarına maruz kaldığı, bu nedenle ABD yönetiminin ve BM Güvenlik Konseyi’nin Patrikhane ve mensuplarının korunması ve faaliyetlerinin kısıtlanmaması hususlarında Türk hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmaları gerektiği vurgulanmaktadır.

Diğer taraftan;

-Boston Ortodoks Teoloji Okulu son sınıf öğrencilerinden oluşan 19 kişilik stajyer grubunun, 07 Ağustos 1999 tarihinde İstanbul’a gelerek Heybeliada Özel Rum Erkek Lisesi Vakfına ait binalarda misafir edilmesi,

-Fener Rum Patrikhanesinin girişimi ve merkezi Newyork’ta bulunan Din ve Barış Üzerine Dünya Konferansı (WCRP) örgütünün işbirliğiyle gerçekleştirilen Kiliseler ve Avrupa Hıristiyan Demokrat Partileri arasında IV. Diyalog. İsimli uluslararası toplantının, 08-09 Haziran 2000 tarihlerinde İstanbul’da yapılması, Fener Rum Patrikhanesi’nin ABD ile olan diyaloğunu ortaya koymaktadır.

Bilindiği gibi ABD’nin hedefi; Yeni Dünya Düzeni’nde Tek Başlı, Tek Merkezli bir dünya meydana getirmektir. Yaklaşık 50 yıl boyunca Çift Başlı bir dünyanın sıkıntılarının kendisine ne kadar pahalıya mal olduğunu görmüştür. Bugün için Rusya her ne kadar eski gücünden çok uzaklaşmış görünse de, gerek nüfusu, gerek coğrafyası, gerek yeraltı-yerüstü zenginlikleri ve gerekse askeri gücüyle her zaman süper güç olmaya namzet bir ülkedir. Rusya, yeni şekillenmede gelecekteki yapısını Ortodoks kilisesi ve Slav milliyetçiliği üzerine bina edebilecektir. Ancak, halihazır da Rus yöneticileri, eski komünist sistemin eğitim ve düşünce yapısıyla yetiştikleri için Din olgusuna ve kiliseye gereken sıcaklıkta bakamamaktadırlar. Bu durum, ABD’nin Ortodoks alemi hakkındaki plan ve projeleri için önemli bir avantajdır. Diğer yandan yaklaşık 270 milyon Ortodoks aleminin ezici çoğunluğunun (yaklaşık 200 milyon) Rus olması ise ABD için bir dezavantajdır. Öte yandan Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden eğitime açılma konusunda büyük destek veren ABD’nin bu dezavantajı ortadan kaldırmak için Rum Milli Kilisesi olan Fener Patrikhanesi’ne Ekümeniklik sıfatı ve yetkisi kazandırmak suretiyle, Ortodoks aleminin kontrolünü Rusya’nın elinden almak düşüncesindedir. Böylece Türkiye’de sadece 2000-3000 tüm dünyada ise 8-10 milyon müntesibi bulunan bir kilise ile, 270 milyonluk Ortodoks alemini, özellikle Rusya’nın yeni yapılanmasındaki iki ayağından birini kontrol etmiş olacaktır.

Rusya-Patrikhane İlişkileri:

Rusya’daki Ortodoksluk, tüm dünya Ortodoksluğu için çok büyük önem taşımaktadır. Rusya’yı dikkate almadan Ortodoks aleminde hiçbir girişim yapılamayacağı dünya kamuoyu tarafından bilinmektedir. Özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra yeniden Çarlık dönemindeki gücüne kavuşan Rus Ortodoks Kilisesi, tüm Ortodoksluğun temsilcisi ve koruyucusu olduğunu her fırsatta vurgulamaktadır.

İstanbul’daki Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, statü itibariyle “Eşitler arasındaki birinci” durumundaysa da son sözün söylenmesinde en büyük pay yine de Rus Ortodoks Kilisesindedir. Rusya’da geçmişte olduğu gibi günümüzde de Ortodoks aleminin her milletine özgü, milli kilise vardır. Ayrıca 1821’den itibaren güçlendirilmiş ve fakat 1912’de gücü ezilmiş olan Greek Ortodoks Kilisesi de bulunmaktadır. Günümüzde Rus Ortodoks Kilisesiyle Grek Ortodoks Kilisesi, birlikte Ortodoksluğun en önemli temsilcileri durumundadırlar. Rus Ortodoks Kilisesi, SSCB’nin dağılmasıyla yeniden ve eskisinden çok daha güçlü olarak ortaya çıkmıştır. Tarihteki tüm iddialarını yeniden gerçekleştirme çabasına giren bu kilisenin kendisi için koyduğu nihai hedef; İstanbul’un Ortodoks kimliğinin, Rus Ortodoks Kilisesi’nin denetimi altına alınarak bir kez daha tarih sahnesine çıkartılmasıdır.

Fener Rum Patrikhanesi, eski Sovyetlerin dağılması sonrasında Rus Ortodoks Kilisesi’ni karşısına alma pahasına ABD’nin de desteği ile Rus Ortodoks kilisesine bağlı Ukrayna ve Estonya kiliselerini bağımsız kilise olarak tanıma kararı almış, bu kararın arkasında Rusya’nın bulunması, Rusya Patrikhanesi’ni rahatsız etmiştir. Bu konu Fener Rum Patrikhanesi ile Rus Patrikhanesi arasındaki anlaşmazlıkların temelini oluşturmaktadır. ABD ve Avrupa Birliği’nin de Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı son zamanlarda artan ilgisinin altında yatan nedenlerden birisi de ortak çıkarlar doğrultusunda Fener Rum Patrikhanesi’nin almış olduğu bir karardır. Bu temel anlaşmazlığa rağmen, Rus Ortodoks Patriği Alexy II.nin girişimleriyle 20 Ocak 1996 tarihinde Fener Patrikhanesi’yle bir protokol imzalanmış ve 201 sayılı bu protokole göre iki kilise birbirlerinin çıkarlarını zedelememe ve birbirlerinin etki alanına müdahale etmeme kararı almışlardır. Fener Rum Patrikhanesi ile Moskova Patrikhanesi arasında imzalanan ve Estonya’da faaliyet gösteren 87 kiliseye bağlı cemaatin 52’sinin, Fener Rum Patrikhanesi’ne 29’unun Moskova Patrikhanesi’ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmesini karara bağlayan anlaşma, Fener Rum Patrikhanesi’nin zaferi olarak nitelendirilebilir. Ancak Estonya’daki 6 kilisenin cemaatinin ise hangi Patrikhaneye bağlı olarak faaliyetlerini sürdüreceği konusundaki kesin karar verilememiştir. Diğer taraftan 01 Temmuz 1993 tarihinde Rusya ile Yunanistan arasında imzalanan 12 maddelik Anlaşma ile;

-İslam ve Türk tehlikesine karşı ortak askeri savunmanın,

-Balkanlardaki Türk-İslam tehlikesine karşı ortak mücadelenin,

-Yunan ve Ortodoks kiliselerinin işbirliğinin sağlanması önem arz etmektedir.

Yunanistan-Patrikhane İlişkileri:

Yunanistan’ın 1829 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi her geçen gün Yunan hükumetinin çıkar ve buyrukları doğrultusunda hareket etmeye başlamıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmak için yürüttüğü faaliyetlere önemli ölçüde destek veren Patrikhane, Yunanistan bağımsızlığını kazandıktan sonra da bu desteğini artırarak devam ettirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılması ve mütareke döneminin başlamasıyla birlikte, Patrikhane Bizans’ı yeniden diriltmek ve Türk topraklarından bir kısmını Yunanistan’a bağlamak için yoğun faaliyete girişmiştir. Bu amaçla büyük Yunanistan hayalini gerçekleştirmek için faaliyet gösteren Etniki Eterya, Mavri Mira gibi cemiyetler ile Patrikhaneyi bir merkez olarak kullanmışlardır. Patrikhane ayrıca Karadeniz Bölgesindeki Rum çetelerini de desteklemiştir. Fener Rum Patrikhanesinin Yunan isyanları sırasında Girit Adası’nın, Mora’nın elimizden çıkmasında Kurtuluş Savaşı verdiğimiz yıllarda Patrikhanenin destekleriyle kurulan Mavri Mira ve Pontus Cemiyetleri vasıtasıyla Anadolu’nun çeşitli yörelerinde Rum azınlığın giriştiği ayaklanmalar önemli bir rol oynadığı gerçektir.

Patrikhaneyi Yunanistan’la birleştirmesi konusunda, yarı resmi de olsa siyasi programının başına alan Venizelos’un bu dönemde İstanbul’a yolladığı iki siyasi temsilcinin, Patrikhane ile işbirliği yaparak İstanbul’dan toplanan çok sayıda gönüllü Rum’u silahlandırıp, İzmir ve Trakya’ya gönderdikleri muhtelif tarihçiler tarafından ifade edilmektedir. Ayrıca, İstanbul’un 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesinden sonra, Patrikhaneye Bizans’ın çift başlı kartal armasını taşıyan bayrağı çekilmiştir. (Fener Patrikhanesi Bizans’ın çift başlı kartal armasını bugün de kullanmaktadır) Bu durum bize Bizans’ın tekrar diriltilmesi için varolan ruhun hiçbir zaman ölmediğini ve uygun bir zemin bulduğunda tekrar ortaya çıkabileceğini göstermektedir.

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne yeni bir statü kazandırılarak Osmanlı Devleti dönemindeki ayrıcalıklarının kaldırılması, Patrikhane ile Yunanistan arasındaki ilişkilere bir durgunluk getirmiş ve nispeten Yunanistan’ın Patrikhane üzerindeki nüfuzunu kırmıştır. Ancak bu durum Yunanistan ile Patrikhane arasındaki bağı tamamen koparmamıştır. Günümüzde de Patrikhane ile Yunanistan arasındaki ilişkiler açık bir şekilde devam ettirilmektedir. 1992 yılında, Girit Adası’nda Patrik Bartholomeos’un şerefine verilen bir yemekte, dönemin Yunanistan Başbakanı Michotakis’in Fener Patriğine hitaben yaptığı konuşmada “Sayın Patrik, tüm Helenizm’in ve özellikle vatanımızın sınırları içinde yaşayan 10 milyon Yunanlının yanınızda olduğunu unutmamanızı isterim.” şeklindeki ifadeleri, Yunanistan’ın Patrikhaneye bakış açısını göstermesi bakımından önemlidir. Esas itibariyle Yunanistan Patrikhaneyi Büyük Yunanistan hayalini gerçekleştirmek için bir temel taşı olarak görmektedir. Bu bağlamda, Patrikhanenin faaliyetlerine destek olmak Yunanistan’da hükumet, muhalefet ve tüm basının mutabakata vardığı bir devlet politikasıdır. Basın-yayın organlarında her fırsatta Patrikhanenin sözde Ekümenik vasfı vurgulanmaktadır. Ayrıca Yunanistan’ın bilhassa Türkiye’nin de taraf olduğu her konuyu iki ülke arasındaki boyutundan çıkararak destek sağlamak amacıyla uluslar arası boyuta çekme ve Batı-Hristiyan toplumunu arkasına alma alışkanlığı bilinmektedir. Bu çerçevede Yunanistan, Fener Patrikhanesi konusunu da uluslararası gündeme getirmek ve destek sağlamak amacıyla Patrikhanenin Ekümenik Özelliğinin Ortodoks Kilisesini ve Ortodoks alemini ilgilendiren bir kilise ve mezhep konusu olduğu görüşünü ortaya atmıştır. Nisan 1994’de Yunanistan hükumet sözcüsünün Selanik’te yaptığı açıklamada, Patrikhane konusunun bir Türk-Yunan konusu değil uluslar arası boyutu olan bir mesele olduğunu vurgulaması, yine aynı konuya ilişkin olarak Yunanistan’da kurulu bulunan partilerden YDP lideri Evrt’in “Ortodoks Patrikhaneye karşı yapılacak girişimler otomatikman bütün Ortodoks kiliselerine ve Yunan ulusuna yapılan bir girişim olarak kabul edilecektir. Helenizm’in tarihi boyutunu gösterme zamanı gelmiştir. Helenizm’e karşı indirilen darbelere son verilsin. Başka kaybolmuş ve unutulmuş vatanlar olmasın.” şeklindeki ifadeleri, Yunanistan’ın bu amacını bütün çıplaklığı ile gözler önüne seren bir başka örnektir. Yunanistan ve Fener Rum Patrikhanesi’nin ortak amaç doğrultusunda yürüttükleri faaliyetlerine bakıldığında Yunanistan’ın;

-1991’de Fener Patriği’nin Türk vatandaşı olması zorunluluğunun kaldırılmasını talep ettiği,

-1993’de Ayasofya’nın yeniden Ortodoks ibadetine açılması isteğini dile getirdiği,

-Avrupa’da Bizans’ı hatırlatma kampanyaları başlatıldığı,

-Moskova’da sermayesini Yunanlı iş adamlarının sağladıkları ilk ve tek Ortodoks bankasının kurulduğu

-Atina’da Türklerin ve İslam’ın etkisini kırmak, İstanbul’u yeniden kazanmak amacıyla bir siyasi parti ve bir vakıf oluşturduğu görülmektedir. Yakın dönemde 22-28 Eylül 1997 tarihleri arasında, AB Dönem Başkan. Jacques Santer’in himayelerinde ve Fener Rum Patrikhanesi’nin koordinesinde “Karadeniz Tehlikede” konulu bir sempozyum düzenlenmiştir. Trabzon’dan başlayarak Batum, Novorossysk, Odesa, Sulina, Varna ve İstanbul limanlarına uğrayarak Selanik’te son bulacak şekilde seyir halindeki bir gemide gerçekleştirilen sempozyuma Avrupa ülkeleri ve Türkiye’den çok sayıda din, bilim ve iş adamı katılmıştır. (Katılan 329 kişiden 21’i Türk’tür) Patrik Bartholomeos, 28 Eylül-02 Ekim 1997 tarihleri arasında sempozyum kapsamında Selanik’i ziyaret etmiş, Selanik’te Yunan ve Bizans bayrakları altında askeri tören ve Yunan milli marşı eşliğinde Yunan Cumhurbaşkanı, Başbakan, Generaller, PKK ile yakın ilişkileriyle tanınan milletvekilleri, AB ülkelerinin Selanik Konsolosları ve din adamlarından oluşan kalabalık bir topluluk tarafından karşılanmıştır.

Avrupa Birliği İlerleme Raporu

AB ilerleme raporunda yer alan tespitlerden özellikle azınlıklara ifade özgürlüğü ve insan haklarına ilişkin olanlar dikkat çekicidir. Raporda; Hristiyan kiliselerin özellikle sahip oldukları gayri menkullerle ilgili olarak zorluklarla karşılaşmaya devam ettikleri, Heybeliada Ruhban Okulu’nun 1971 yılında kapatılmasından beri bir gelişme olmadığı ve çeşitli kiliselerin hukuki statülerini kabuldeki eksiklik dile getirilmekte, inanç özgürlüğü alanında, gayrimüslim gruplara yönelik hoşgörünün arttığı belirtilirken, Sünni olmayan Müslüman toplulukların (Alevilerin) durumunda bir gelişme olmadığı, Alevilere resmi yaklaşımın değişmediği, Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığında temsil edilmediği, zorunlu din eğitiminde ve okul kitaplarında Alevi mezhebinin öğretilmediği ve devletin mali desteğinin sadece Sünni Müslüman camilere ve dini vakıflara verildiği vurgulanmakta, Kültürel haklarla ilgili olarak yapılan anayasal değişikliğe rağmen, ortak gelenek ve kültürel kimliğe sahip etnik grupların üyelerinin kendi kültürel kimliklerini ve kendi dillerini kullanma alanında bir gelişme olmadığı. ifade edilmekte, insan hakları alanında 2001 yılında iki HADEP mensubu kişinin Şırnak / Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybolduğu konusunun hala açıklanmadığı. vurgulanmakta, işkence ve kötü muamele ile ilgili durumun son düzenli rapordan beri düzelmediği, ciddi bir şekilde kaygı nedeni olmaya devam ettiği ve gözaltında işkence ve kötü muamele olaylarının sürdüğü ileri sürülmekte, Ayrıca, Türkiye’nin 1923 tarihli Lozan Antlaşmasında tanınan azınlıklar dışında başka azınlık tanımayarak Avrupa Konseyi’nin “Azınlıkların Korunması Çerçeve Anlaşmasını” imzalamadığının üzerinde durulmaktadır. Malumları olduğu üzere Türkiye ile Avrupa Birliği azınlık kavramlarını farklı değerlendirmektedir. Türkiye, Avrupa Birliği’nin tersine, Avrupa Konseyi’nin Azınlıkların Korunması Çerçeve Anlaşmasında öngörülen ulusal azınlık kavramını henüz kabul etmemekte, azınlık kavramından sadece Lozan Antlaşmasında sayılanları anlamaktadır. Azınlıklar konusunda kesin ve kalıplaşmış standartlar tespiti çok güçtür; her ülkenin etnik, sosyal, tarihi özellikleri göz önünde tutularak, azınlık sorunlarına çözüm yolları araması gereklidir. Türk Hukuk Sisteminde kural olarak azınlık kavramı yer almamakla birlikte, Lozan Antlaşmasında yer alan Müslüman olmayan azınlıklar bu kuralın tek istinasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de azınlık olarak sadece dini azınlıklar bulunmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye Anayasası, etnik kıstaslara dayalı ayrımcılığı tamamen dışlamakta olup, tüm Türk Vatandaşları kanun önünde aynı hak ve yükümlülüklere sahiptir. Kişinin etnik benliğine sahip olması ve bunu koruması vatandaşın ne kadar meşru hakkı ise, üniter bir devlette vatandaşların bir yurttaşlık sadakatine sahip olmaları da o kadar görevleridir. Yurttaşlık kimliğinin kültürel kimlikten önce gelmesi gerekmektedir.

Başlık

:

YUNANİSTAN KİLİSESİ BAŞPİSKOPOSU HRİSTODULOS: ”TÜRKİYE’NİN PATRİKHANE’YE KARŞI TAVRI TAHRİK EDİCİ”

Tarih

:

02.12.2004

Saat

:

18:37

Kaynak

:

AA

Yunanistan Kilisesi Başpiskoposu Hristodulos, Türkiye’nin İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’ ne karşı tavrının tahrik edici olduğunu iddia etti.
Atina Haber Ajansı’nın (ANA) haberine göre, Başpiskopos Hristodulos bugün bir kitap tanıtım töreninde yaptığı konuşmada, Fener Rum Patrikhanesi’nin ”sorunlarına” değindi.
Hristodulos, ”Patrikhane’yi hedef alan her darbe aynı zamanda Yunan halkının vicdanına vurulmuştur. Kendi kendime soruyorum; Avrupa halkları Türkiye’nin AB’ye girişi için referandumla karar almaya çağrıldıklarında sonuç ne olacaktır? Türk hükumetinin ekümenik Patrikhane, Rum Azınlığa ve Türkiye’deki diğer dini azınlıklara karşı anlam verilemez tavrı, bizde derin bir kaygı, kuşku ve öfke uyandırıyor” dedi.
Türk hükumetinin ”bu kadar tahrik edici bir tavır sergilemesinin Türkiye’nin AB üyeliği konusunun gündemde olduğu bir döneme rastladığını” da belirten Hristodulos, ”Bu da bu tavrın arkasında neyin ve kimlerin olduğu sorusunu akla getiriyor” diye konuştu. Başpiskopos Hristodulos, ”Yunanistan Kilisesi’nin Ana Kilise’yi bu zor anlarında özellikle desteklediğini” de vurguladı.

§ Dışişleri Bakanı da geçtiğimiz hafta sonu “ekümenik” konusunun partisi ve hükumeti açısından tabu olmadığını açıklamıştır.

Osmanlı Döneminde İstanbul’da Görevli Patrik Gregorios’un Rus Çarına Mektubu[6]

“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet gururludurlar ve izzet-i nefis sahibidirler.  Bu özellikleri de; dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, geleneklerinin kuvvetinden, padişahlarına, komutanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir.

Türkler zekidir ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bu üstünlükleri, hatta kahramanlık ve bahadırlık duyguları, geleneklerine olan bağlılıktan, ahlâklarının sağlamlığından gelmektedir.

Türklerde önce itaat duygusunu kırmak ve manevî bağları yok etmek ve dine dayanma güçlerini zaafa uğratmak gerekir. Bunun da en kısa yolu, millî ve manevî geleneklerine uymayan dış fikirleri ve davranışlara onlara alıştırmaktır. Türkler dış yardımı reddederler, haysiyet duyguları buna engeldir. Velev ki geçici bir süre için görünüşte kuvvet ve kudret verse de, Türkleri dış yardıma alıştırmak gerekir.

Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kalabalık ve görünüşte egemen güçler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddî araçların üstünlüğü ile onları yıkmak mümkün olacaktır.

Bu nedenle, Osmanlı Devletini tasfiye için soyut olarak harp meydanlarında zafer kazanmak yeterli değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, gerçeklere ulaşmalarına neden olabilir. Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu yıkımı tamamlamaktır.”[7]


[1] Leyla Umar, Vatan Gazetesi, 05.03.2004

[2] Mustafa Necati Özfatura, Patrikhane Fitnesi Ve “Pontus Rum Devleti Hayali” İslam dergisi, 05/98

[3] http://www.enfal.de/tarih10.htm Erişim: Mayıs 2009

[4] Orhan Dede, Sonun Başlangıcı Ekümenlik, Yeni Mesaj, 25.05.2005.

[5] Suat İlhan, Patrikhanede Neler Oluyor, http://www.osmanli.org.tr

[6]http://w3.gazi.edu.tr/~ayerdem/gazetemak/osmanlidonemi.htm

[7] Erdal Güven, Patrik’in Rus Çarına Mektubu, Tercüman, 13.04.2006.

Yorum bırakın